ERKEĞİN FİLMİ: FIGHT CLUB'A VAROLUŞÇU BİR BAKIŞ!
Fight Club gibi ünlü bir filmde izleyicilerin çoğu konu hakkında fikir sahibi olduklarını ve filmi anladıklarını sanıyorlar. Her ne kadar yumruklar, kan, kavga gibi yüksek testosteron seviyeleri içeren sahneler olsa da filmde insan doğasının çok daha derin temaları yatıyor. Film, kavgayı ve şiddeti yüceltmek veya gerçek dövüş kulüplerinin oluşumunu teşvik etmez. Bunun yerine normalliğe ve koyunluğa karşı direnişi, kimlik ve öz değer bulma mücadelesini teşvik etmek amacındadır.
Aslında Dövüş kulübü filmi, bir çok açıdan incelenip analiz edilebilir. Ancak ben burada kahramanın iç çatışmasını ve Jean Paul Sartre'nin söylediği gibi, özünü gerçekten yaratmamış olmasından kaynaklanan varoluşsal bir çatışma perspektifinden incelemek istedim.
Jean Paul Sartre bir kitabında şöyle diyor: ''..varoluş özünden önce..''. Bu varoluşçuluk fikrinin bir iddiasıdır, fakat bu ne anlama geliyor ve neden bu kadar önemli? Buna Sartre'nin aynı kitabının başka bir bölümüyle cevap verebiliriz: Öncelikle insan var ve ortaya çıkıyor, sonra sahne alıyor ve son olarak kendi öz benliğini buluyor ve oluşturuyor. Burada Sartre'nin iddiası her insanın varolmadan önce bir karakter ve kimliğe sahip olmadığını, varolduktan sonra kendi seçim ve eylemleriyle bir kimlik ve öz benlik kazandığıdır.
Bu bağlamda dövüş kulübü filmini incelediğimizde psikolojik problemler yaşayan anlatıcı, istikrarlı bir iş ile standart bir yaşam sürüyor ve büyük şehirde güzel bir apartman dairesinde yaşaması kendi öz benliğinden daha önemli bir hal almış durumda. Film boyunca anlatıcı karakterin adını bile duymamamız karakterin kimlik ve öz benliğinin ne kadar yok olmuş olduğunu gösteriyor. Anlatıcı karakterin yaşamı bu noktaya kadar pahalı mobilyalar ve güzel apartman dairesinden oluşmaktaydı. Ta ki Tyler Durden ortaya çıkana kadar.
Tyler Durden anlatıcı karakterin tam zıt karekterini ortaya koyuyor. Filmin ana fikrine en çok değinen repliklerinden birine sahip olan Tyler '' sahip oldukların zamanla sana sahip oluyor'' diyerek ana karakterin maddesel öz benlik ve eşyalarla bir karaktere sahip olma düşüncesini tamamen değiştirmeye başlıyor. Anlatıcı, imrendiği bir davranış biçimine sahip olan Tyler Durden'la kısa sürede iyi bir arkadaşlık kuruyor. Ve dövüş kulübünün kurulmasıyla da asıl savaş başlıyor.
Kendisinden hep daha iyi durumda olduğunu düşündüğü Tyler Durden, git gide hem dövüş kulübünde hem de gerçek hayatta( Marla'yı ele geçirmesi gibi) ön plana çıkıyor. Bu noktadan sonra yavaş yavaş Tyler Durden'ın filmde daha az görülmesiyle aslında Tyler Durden'ın da kendisi olduğunu farketmeye başlıyor ve bu yüzden varoluşsal bir depresyon yaşıyor. Filmin en sevdiğim noktası da işte burası. İnsanın kendine yabancılaşmasının ne kadar üst düzey olabileceğini anlatıcının diğer yanının farklı bir oyuncuyla canlandırılmasıyla çok net gözler önüne seriliyor.
Bu açıdan Fight Club filmi, varoluşçuluk fikrinin sinemaya uyarlanmış halidir.
Genel olarak toplarsak, insan içinde olduğu durum yüzünden kendi kimliğine yabancılaşmamalı ve her zaman bir çıkış noktası olarak kendi kimliğini hatırlatacak bir obje oluşturmalı. O objeyi görünce kendi kimliğini, hedeflerini ve amacını hatırlamalı. İnsan sürekli eylem halinde olmalı ve eylemlerinin sorumluluğunu bütünüyle kabul etmeli.
Yazıya Tyler Durden'ın kültleşmiş repliklerinden biriyle veda edelim: ''Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.''
ERKEĞİN FİLMİ: FIGHT CLUB'A VAROLUŞÇU BİR BAKIŞ!
Reviewed by moderkek
on
Nisan 06, 2018
Rating:

Hiç yorum yok: